Gizem KARADAĞ-Celal ATALAY/ANKARA, (DHA)- GÖZ Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Numan Alp, diyabetin vücuttaki pek çok organı aynı anda etkileyen çok yönlü bir hastalık olduğunu söyleyerek, “Her diyabet hastasında aynı göz tutulumu görülmüyor. Kimi hastalarda diyabete bağlı katarakt ön plandayken, kimilerinde sarı noktada ödem ya da retina damarlarında kanamalar gelişebiliyor. Bu farklılıklar hastanın genel sağlık durumu, diyabet tipi, kilo ve yaşam alışkanlıklarıyla yakından ilişkilidir. Bu nedenle diyabetik retinopati tedavisinde kişiye özel planlama yapılması en doğru yaklaşımdır” dedi.
Dünyagöz Hastanesi Ankara’dan Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Numan Alp, 14 Kasım Dünya Diyabet Günü’ne ilişkin açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. Alp, diyabetin sistemik bir rahatsızlık olduğunu söyleyerek, “Diyabet temelde kan şekerinin yüksekliği ile seyreden bir rahatsızlıktır. Buna neden olan da insülin problemidir. Bu hastalıkta Tip-1 ve Tip-2 diyabet hastaları mevcuttur. Tip-1 diyabette insülinin mutlak yokluğu mevcutken, Tip-2 diyabette ise insülin mevcut ama bunun hücreler tarafından kullanımında problemler yaşanıyor. Bunun sonucunda da kan şekeri yükseliyor. Kan şekerinin yüksek olması vücutta bazı değişikliklere neden oluyor. Bu değişiklikler temel olarak damar yapılarında bozukluklar olabiliyor. Aynı zamanda kan akışkanlığı üzerinde de olumsuz etkileri mevcuttur. Tüm vücudumuzda olduğu gibi gözümüzde de hem büyük hem de küçük kılcal damarlar çok miktarda bulunmakta. Kan şekeri belli bir süre yüksek seyrettiği zaman kan damarlarında özellikle kılcal damarlarda birtakım değişikliklere neden oluyor. Bunlar kan ve kılcal damarların tıkanması ile sonuçlanıyor. Tıkanan bu kılcal damarlar nedeniyle bu bölgede beslenme bozukluğu oluşunca gözdeki küçük dokular yeni damar oluşumu için birtakım sinyal moleküller salgılamaya başlıyor. Bu moleküller de salgılandıktan sonra yeni damarlar neticesinde göz arkasında kabuklanmalar, ödem ve kanama oluşabiliyor. Gözdeki dokular çok hassas olduğu için oluşan bu yeni damarlar, kanamalar ve ödemler de görmede bozulmaya neden olabiliyor” diye konuştu.
‘ERKEN TANI İLE KOMPLİKASYONLARIN YÜZDE 95'İNİ ÖNLEYEBİLİRİZ’
Prof. Dr. Alp, diyabetin tüm dünyada çok önemli bir genel sağlık sorunu olduğunu ifade ederek, “Tüm dünyada yüzde 8 civarında görülüyor. Türkiye'de Avrupa'ya göre bu biraz daha yüksek yüzde 10-12 civarında. Bu da Türkiye koşullarında Türkiye nüfusuyla kıyasladığımız zaman yaklaşık 10 milyon kişi diyabet ve bunun getirdiği sistemik sorunlarla mücadele ediyor demektir. Genel olarak sıralama yaparsak tüm dünyada yine katarakt ve kırma kusurlarından sonra 3’üncü körlük nedeni. Gelişmiş ülkelerde ise damar kökenli göz hastalıklarının en başında geliyor. Kan şekeri uzun süre yüksek seyrettiğinde retina tabakasında, kılcal damarlarda tıkanma oluşuyor. Tıkanan yerler beslenemediği için bu bölgelerde yeni damarlar gelişiyor. Bu damarlar da kanıyor veya mevcut damarlardan sızıntı oluyor ve ödem oluşuyor. İşte oluşan bu ödem ve kanama da görme keskinliğinde düşmeye neden oluyor. Biz buna diyabetik retinopati veya diyabetik makulopati adını veriyoruz. Yeni tanı alan diyabet hastalarının yalnızca 3’te 1’i bize doğrudan doğruya sevk edilebiliyor. Ve hastaların yaklaşık yüzde 85'i göz tutulumu olduktan sonra yine bir göz doktoruyla karşılaşma şansına sahip oluyorlar. Bu durumda da zaten oluşmuş, başlamış bir hastalığı geriye çevirmek bazen zor olabiliyor. Ama erken tanı ve erken zamanında bir müdahale ile oluşabilecek bu komplikasyonların yüzde 95'ini önleme şansına da sahibiz” dedi.
HASTALIĞIN BELİRTİLERİNİ SIRALADI
Prof. Dr. Alp, diyabetik retinopatide erken dönemde hastaların yaşadığı belirtiler ile ilgili, “Görme azlığı, bulanık görme, yüzleri tanıyamama, renkler ve kontrastlarda problemler şeklinde kendini belli edebiliyor. Aslında bunlar diyabet başladıktan hemen sonra gelişmiyor. Yaklaşık 10 sene kadar düzensiz bir kan şekeri yüksekliği varsa o zaman yavaş yavaş bu sorunlar ortaya çıkmaya başlıyor. Ama sorun ortaya çıktığında hemen görme azlığına da neden olmuyor. Belli bir aşamaya gelene kadar görmede herhangi bir sorun olmadığı için hastalar da bunu fark edemeyebiliyor. Bu nedenle erken tanı için hastaların zamanında yönlendirilmesi gerekiyor. Yani görme azlığı başladıktan sonra tedaviye başlamakla görme azlığı başlamadan önce tedaviye başlamak ya da takibe almak çok farklı sonuçlarda geliyor. Hastalığın tedavisinde, özellikle erken dönemde fark edilmiş ise takibe alıyoruz ve birtakım özel muayenelerle seviyelerini, evrenlerini takibe alıyoruz. Eğer belli bir seviyenin üzerine çıkmış ise öncelikle lazer tedavileri uygulayabiliyoruz retinopati hastalarında. Ama her hastada lazer gerekmeyebiliyor. Bazen sadece ödem nedeniyle görme azalması yaşayabiliyorlar. Sarı nokta bölgesinde bir ödem oluşuyor. Biz de bu hastalarda öncelikle göz içi enjeksiyon tedavileri uyguluyoruz” ifadelerini kullandı.
‘KİŞİYE ÖZEL TEDAVİ’
Diyabet tanısı konulan kişilerin bir kere ilk muayenelerinin yapılması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Alp, şunları söyledi: “Burada görme keskinliği, göz bebeklerini büyüterek gözünün arka tarafının retinanın tam bir muayenesinin gerçekleşmesi çok önemli. Bundan sonra eğer herhangi bir retina tutulumu yoksa, bir ödem yoksa yılda bir kontroller uygun olacaktır. Eğer hafif seviyede bir retinopati varsa 6 ayda bir göz dibi muayenesinin tekrarı daha uygun olacaktır. Bunun bir ileri aşamasında, örneğin sarı noktada diyabete bağlı bir ödem varsa, bu hastalarda aylık enjeksiyonlar gündeme geleceği için ayda bir muayeneler veya süreyle birlikte 3 aya kadar uzatılabilen muayeneler önemli. Yani tutulumun seviyesine göre aylıktan yıllığa kadar bu aralıkları doktor ve hasta birlikte değerlendirerek karar verecektir. Diyabet, multi sistemik yani çok sistemi tutan bir rahatsızlık. Yani hastaların hepsinde sadece göz tutulumu olacak diye bir şey yok. Kiminde buna kalp, tansiyon, böbrek, nörolojik sistemlerin tutulumu da eklenebiliyor. Tip-1 veya Tip-2 diyabet olup olmaması, kilolu olup olmaması, başka alışkanlıklarının olup olmaması bunların hepsi aslında kişileri farklı farklı seviyelere koyuyor. Aynı şekilde göz tutulumu da herkeste aynı değil. Kiminde diyabete bağlı bir katarakt daha ön plandadır. Kiminde sarı noktada ödem vardır. Kiminde sarı noktada ödem değil, daha çok kanamalar ve damar bozuklukları vardır. Bu nedenle yapılacak olan tedavinin de hastanın sistemik diğer tutulumlarıyla birlikte, gözde etkilenen bölüm neresiyse oraya yönelik kişiye özelleştirilmiş bir tedavi şeklinde olması daha doğru olacaktır.”
‘DİYABET TANISI KONULAN KİŞİ, GÖZ MUAYENESİNİ İHMAL ETMEMELİ’
Prof. Dr. Alp, “Diyabet tanısı alan hastaların hepsinin ilk tanı aldıklarında mutlaka göz hekimine görünmeleri çok önemli. Diyabet altta yatan bir genetik yatkınlık olmakla beraber çevresel faktörlerden çok etkileniyor. Yani hazır gıda tüketimi, obezite, hareketsiz yaşam bunların hepsi diyabet ve komplikasyonlarının yüksek olmasına neden oluyor. Bu nedenle bir kere bu yaşam stilini düzeltmek önemli. Bütün bunlara rağmen diyabet olmuşsa da kan şekerini düzenleyecek ilaç grubu neyse hap, insülin bunların düzenli alınması, diyete dikkat edilmesi, egzersizin ihmal edilmemesi ve diğer problemlerle beraber yani böbrek, beyin, kalp ile birlikte gözünde ele alınıp ısrarla ve inatla tedavinin devamına özen gösterilmesi gerekiyor. Ayrıca göz muayenesi unutuluyor, geri plana atılıyor. Tanı konulan hastaların yalnızca 3’te 1’i göz muayenesine gönderiliyor. Bu da ileride ciddi problemlerle karşılaşmalarına neden olabiliyor” dedi.