Kültür sanat

Dr. Cahit Yılmaz’dan Seramik ve Çini Terimleri Sözlüğü

Melike USLU- Emir BENLİOĞLU/İSTANBUL, (DHA)- ASIL mesleğim göz doktorluğu ama çinicilik zamanla bir tutkuya dönüştü diyen Dr. Cahit Yılmaz, 25 yıl görev yaptığı Kütahya’da başladığı çini sanatına dair birikimini yeni kitabında okurlarla buluşturdu. Yayımlanan ‘Seramik ve Çini Terimleri Sözlüğü’ adlı kitabında terimleri etimolojik kökenleriyle birlikte açıklayan Yılmaz, “Mikrocerrahi yapıyorsun, çiniyi de dene dediler. Merak ettim, başladım. Sonunda üç sergi açtım. Bu kitap sadece bir sözlük değil; içinde mimarlık, sanat tarihi ve arkeoloji de var” dedi

Göz hastalıkları uzmanı Dr. Cahit Yılmaz’ın çini sanatına dair hazırladığı ‘Seramik ve Çini Terimleri Sözlüğü’ kitabı, Yem Yayınları tarafından yayımlandı. Yılmaz, 25 yıl görev yaptığı Kütahya’da başladığı çinicilik yolculuğunu kitaplaştırarak, kelimelerin etimolojik açıklamalarını görsellerle birlikte sundu. Çini ve seramikle ilgili terimlerin yanı sıra mimarlık, sanat tarihi ve arkeolojiye dair kavramlara da sözlükte yer verildi.

‘ÇİNİCİLİĞE BİR İNAT UĞRUNA BAŞLADIM’

Kütahya’da uzun yıllar göz hastalıkları uzmanı olarak görev yapan ve bugün seramik ile çini alanında eserler üreten Dr. Cahit Yılmaz, “Asıl mesleğim çinicilik değil. Ben göz doktoruyum. Kütahya'da yirmi beş yıl kaldım. Bu süreçte göz hekimliği, başhekimlik, tabip odası başkanlığı görevlerinde bulundum. Sonra dediler ki: Hocam, sen mikrocerrahi yapıyorsun, ince işler yapıyorsun. Çiniyi hiç düşündün mü? Yapar mıyım, yapamaz mıyım derken, çini çizmeye başladım. Aslında bir inat uğruna başladım. Sonunda üç tane çini sergisi açtım. Bunu kanıtlamak istedim. Tıbbiyeden her şey çıkar, arada sırada doktor da çıkar. Tıp kökenli insanların meslek dışı yetenekleri çoktur. Bu da ikinci kanıtım olsun. ‘Boş vaktim yok, bu işleri yapacak zamanım yok’ diyenlere cevabım şu: Yok efendim, herkesin bir genetik yeteneği vardır. Önemli olan, o yeteneğin ortaya çıkmasını sağlayabilmeniz. Bunu siz yapacaksınız, başkaları değil. Biz bu yola girdik ve başarılı olduk. Ben çinide bütün aşamaları öğrendim. Başlangıcı, ham maddesi, boyası, renkleri, motifleri. Hepsini tek tek öğrendik. Bu süreçte makaleler yazmaya da başladım. Konu Kütahya çinisiydi. Çünkü her yerde İznik çinisiyle ilgili kitaplar ve makaleler vardı ama Kütahya hep ikinci planda kalmıştı. Yeşilçam filmlerindeki ikinci yardımcı karakter gibi. Biz de dedik ki, Kütahya çinisini ön plana çıkaralım. Bu nedenle Kütahya çinisi tarihini araştırmaya başladım” ifadelerini kullandı.

‘TERMİNOLOJİ BİRLİĞİ YOKTU, SÖZLÜK FİKRİ BÖYLE DOĞDU’

Çini sanatıyla ilgili akademik araştırmalar yaptığı dönemde önemli bir eksikliği fark ettiğini söyleyen Dr. Cahit Yılmaz, “Çini alanında kullanılan bazı makaleler yazarken şunu fark ettim: Yerli yazarlar arasında terminoloji birliği yoktu. Örneğin, sanat tarihinin duayeni Oktay Aslanapa’nın 1949 yılında çıkan kitabının adı ‘Osmanlı Devrinde Kütahya Çinileri’ iken 1965 tarihli ‘Anadolu’da Türk Çini Keramik Sanatı’ isimli bir kitap yazmış. ‘Keramik’ diyor. Neden ‘keramik’ diyor, biliyor musunuz? Çünkü Alman ekolüne mensup. Almanlar seramiğe ‘keramik’ der. Fransızlar ‘seramik’ der. Herkes kendi eğitim aldığı ekole göre bir terminoloji kullanmış. Belge toplamaya başladım. Sonra yazım aşamasına geçtim. Başta sadece bir çini sözlüğü yazmayı planlıyorduk ama zamanla fark ettik ki çini tek başına ele alınamaz. Mimariyle ilgisi var, sanat tarihiyle, arkeolojiyle ilgisi var. Bunları bilmeden çiniyi tarif edemezsiniz. Örneğin, mimarideki yerini bilmiyorsanız, çiniyi doğru şekilde oturtamazsınız. Mukarnasın ne olduğunu mimari bağlamda bilmezseniz, çinide nerede durduğunu da bilemezsiniz. Bu yüzden hem sanat tarihini, hem arkeolojiyi, hem mimariyi ve seramik tekniğini işin içine kattık” diye konuştu.

‘SÖZLÜK KURU İÇERİK DEĞİL, GÖRSELLİKLE DESTEKLEDİK’

Dr. Yılmaz, çini ve seramik alanında hazırladıkları sözlüğün klasik bir sözlükten farklı olduğunu belirterek, “Sözlük dediğiniz şey aslında kuru bir içerik. Roman gibi okunmaz. Bir terime ihtiyacınız olduğunda açarsınız, bakarsınız, öğrenirsiniz. Ama böyle bir sözlük satılmaz. Çünkü herkes internette terimi arıyor, buluyor, kullanıyor. Biz farklı bir şey yapmalıydık. Ben de şöyle düşündüm: Kitabı alanların yüzde yetmişi resme bakıyor, yüzde yirmisi okuyor. O zaman biz bu sözlüğü görselleştirelim dedik. Renkli resimler kullandık. Metni okurken, kelimeyi okurken yanında görseli de olsun istedik. Böylece daha kalıcı olur, daha iyi anlaşılır. Bu görsellerin içinde kendi ürettiğim eserlerin fotoğraflarını, kendi koleksiyonumu ve büyük sanatçıların işlerini kullandık. İsimlerini de yazdık. Farklı bir sözlük oldu. Bir de dedik ki, ansiklopedik bilgi verelim. Mesela Tokat seramiği terimini tanıtırken, kısa ama öz şekilde tarihçesini ansiklopedik tarzda anlatalım. İnsanlar öğrensin istedik” dedi.

‘ÇİNİ KELİMESİNİN KÖKENİ VE YOK OLAN SANATLAR ÜZERİNE ETİMOLOJİK ÇALIŞMA YAPTIM’

Dr. Yılmaz, sözlüğün sadece terimlerin tanımından ibaret olmadığını, aynı zamanda etimolojiye de büyük önem verdiklerini belirterek şunları söyledi:

“Ayrıca terimlerin etimolojisine de girdim. Çünkü birçok kelimenin kökeni bilinmiyor. Seramik biliniyor, keramik biliniyor ama çini kelimesi nereden geliyor? Türkçede ‘çini’ diye bir şey yok. Çini kelimesi de aslında orijinal değil. Orta Asya Türkleri, Horasan Türkleri, İranlılar ve Selçuklular çiniye ‘kaşi’ derdi. Sonra Marco Polo, Çin’e yaptığı seyahat sırasında beyaz ve parlak Çin porselenlerini görüyor. ‘Çin işi, Çin işi’ diyor. Bu tabir zamanla çini olarak Türkçeye yerleşiyor. Ancak çininin mucidi Çinliler değil, onlar porselenin mucidi. Etimolojik olarak da bu farkı ortaya koyduk. Bir de yok olan sanatlar var: Semercilik, kalaycılık, marangozluğun bazı dalları gibi. Bunlarla ilgili terimler vardı. Onları da kurtaralım, yazıya dökelim, gelecek kuşaklara aktaralım istedik. Bu nedenle etimolojiye öncelik verdik. Kütahya çinisiyle ilgili sekiz kitabım hazır durumda.”

Dr. Yılmaz sözlerini şöyle tamamladı:

“İkinci kitabım Seramik ve Çini Terimleri Sözlüğü oldu. Üçüncü kitabım şu anda mizanpaj aşamasında, Ankara’da çini bezemeli mimari üzerine. Dördüncü kitabım İstanbul’da çini bezemeli iskelelerle ilgili. Beşinci kitabım ise İskeleler Dünyası İstanbul. İstanbul’da toplam 111 iskele var. Kritik olanları çalıştık. Ama 69 tanesi yok olmuş, tarihten silinmiş. Onları da yazdım, kitap bitti. Yem Yayınevi’yle tanışmam da ilginç oldu. Mimariyle ilgili kitap almak için kitabevine geldim. Tesadüfen içeri girdim, tanıştık. İlk kitabımı gösterdim, incelediler. ‘Hocam, sizin tüm kitaplarınızı basarız’ dediler. Editörle çok iyi bir diyaloğum oldu. Müthiş rahat ettim. Daha önce finansmanla ilgili sorunlar yaşadığım için sıkıntılarım vardı ama burada hiçbir zorluk çekmedim. Yem Yayınları’yla çalışmaya devam ediyorum, etmek de istiyorum. Finansör aramadım, ihtiyaç da duymadım. Finansörün peşinde dolaşmak bana uygun değil. Tabii ekonomik durumumun iyi olması da bir avantaj."